Hukuk klinikleri eğitimi, 1960’lı yıllarda Amerika Birleşik Devletleri’nde başlayan ve sonrasında tüm dünyaya yayılan yeni bir hukuk eğitimi modelini ifade etmektedir. Türkiye’de ilk kez 2000’li yıllarda başlamış olan bu eğitim yönteminin öncüleri arasında Bilgi Üniversitesi Hukuk Fakültesi ile Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi öne çıkmaktadır (Uygur, 2018, s. 70 vd.). Bu modelin temelinde hukuk fakültelerinin, topluma yönelik doğrudan hizmette bulunması yatmaktadır. Bunun için toplumda hukuki konularda yeterince destek alamayan kişilere, öğrenciler eliyle hukuktan yararlanma olanağı tanınmaktadır. Bunun bir sonucu olarak, klinik eğitimler “öğrencilerin hukuku, sınıf gibi korunaklı ve yapay bir ortamda değil, bizzat yaşayarak öğrenmesini sağlamayı amaçlamakta” ve bir eğitim yöntemi olan “yaparak öğrenmeye (learning by doing)” dayanmaktadır (Tarhanlı, 2017, s. 136 vd.; Uygur, 2018, s. 70). Hukuk kliniklerinin temel aldığı “yaparak öğrenme” yöntemi bir faaliyetin, o faaliyetin yapılış sürecine dâhil olmak suretiyle öğrenilmesini ifade eder; bu yöntem yine “yaparak, yaşayarak öğrenme” temeline dayalı yaratıcı drama yöntemi ile de oldukça ilişkilidir.
Hukuk klinikleri aynı zamanda, hukuk eğitimiyle ilgili dile getirilen, “uygulamadan kopuk olma”, “bilgi verme, ancak beceri geliştirmeme” şeklindeki sorunlara çözüm oluşturması açısından da önemsenen bir eğitim yöntemi olmuştur. Zira örneğin bir sanatçı müzik bölümünde eğitim gördüğünde nasıl ki sadece müzik aletine dair teoriyi değil fakat o aleti çalmayı da öğreniyorsa ya da tıp fakültesindeki eğitimler öğrencilerin doktorluk becerilerini de geliştiriyorlarsa, hukuk fakültesi öğrencileri de gerçek veya gerçek olması muhtemel hukuki uyuşmazlıklar üzerinde çalışarak hukuk uygulama becerilerini geliştirmelidir (Tarhanlı, 2017, s. 137). Klinik çalışmalarının teorik bilgileri uygulamak açısından öğrencilerin aktif duruma geçmesinde olumlu rolü olduğu ve özellikle avukatlık ve yargıçlık mesleğini seçmek isteyen öğrencilere zorunlu kılınmasının doğru olacağı da öğretide belirtilmiştir (Ansay, 1969, s. 310). Bu sebeple mevcut hukuk eğitiminin, hukuk kliniklerinde veya yaratıcı dramada olduğu gibi “deneyimsel öğrenme” temeline dayalı alternatif yöntemlerle desteklenmesi gerektiği tespit edilmektedir (Hatipoğlu Aydın, 2019, s. 293).
Yargı Reformu Stratejisi’nde vurgulanan hukuk klinikleri yönteminin, bugün Türkiye’de hukuk fakültelerinin programın yeterince dahil edilmediği, var olan az sayıdaki klinik uygulamaların da bir kısmının gerçek anlamda aktif öğrenme yöntemini içermediği, mevcut sayının ve derslerin içeriğinin, yurt dışında bu yöntemi uygulayan hukuk fakülteleri ile karşılaştırıldığında düşük ve mevcut standartların gerisinde olduğu, hukuk fakültelerinde klinik hukuk eğitimi ve diğer alternatif eğitim yöntemleri üzerine çalışan akademik personel yetiştirilmesi gerektiği yönündeki açıklamalara ve ihtiyaca literatürde dikkat çekilmiştir (Tarhanlı, 2017, s. 146-147). Proje çıktıları, bu öneri açısından da önem taşımaktadır.
Bu başlıkta açıklanan “klinik hukuk yöntemi”, ortaya çıkış aşamasında öğrencinin toplumla doğrudan temas etmesine dayalı tek bir yöntem olarak görülmekle birlikte, daha sonra hukuk kliniklerinin kapsamında street law, simülasyon, yerleştirme, gerçek vaka, yaratıcı drama gibi farklı yöntem ve teknikler de dahil edilmiş; hatta öğrenciyi yaparak öğrenmeye yönelten her faaliyetin hukuk kliniği olarak nitelendirilebileceği ifade edilmiştir (Hatipoğlu Aydın, 2019, s. 290; Soyer, 2021, s. 221). Projede kapsam ve sınırlılık oluşturmak için, hukuk kliniklerinin temel özellikleri ile doğrudan uyum sağlayan “yaratıcı drama/eğitimde drama” yöntemini ve “simülasyon” tekniğini özel olarak incelemekteyiz.